02.02.2017

Diyanet İşleri Başkanı GÖRMEZ, Mesleğe Hazırlık Eğitim Kursuna devam eden 4/B Sözleşmeli din görevlilerine seslendi.

 

Diyanet İşleri Başkanı GÖRMEZ, 4/B Sözleşmeli İmam-Hatipler için Müdürlüğümüzde düzenlenen “Mesleğe Hazırlık Eğitim Kursuna” katılan 36 kursiyer ile aynı kursa Türkiye genelinde katılan toplam 5 bin 4/B Sözleşmeli İmam-Hatibe telekonferans sistemiyle hitap etti.

Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen programda, Türkiye genelinde bulunan 30 Dini Yüksek İhtisas/Eğitim Merkezinde “Mesleğe Hazırlık Eğitim Kursuna” devam eden ve önümüzdeki günlerde atandıkları camilerde göreve başlayacak 5 bin din görevlisine seslenen Başkan GÖRMEZ, “Yüce Rabbimiz, bizleri hem mahlûkat içerisinde insan olarak yaratmış, bizlere insanlar içinde İslamiyet nimetini bahşetmiş, İslam nimeti içerisinde de yeryüzünde peygamberlerin mesleği olan mihrapta, minberde, kürsüde Allah'ın kitabını insanlara öğretmede, insanlara rehberlik yapmada, insanlara İslam dini konusunda irşat etmede vazifelendirdiği için Cenab-ı Hakka ne kadar hamd etsek azdır. Yüce Rabbimiz, bizlere, üzerimize aldığımız vazifeleri hakkıyla ifa etmeyi nasip eylesin.” duasıyla sözlerine başladı.

“Sokak sokak, ev ev, kapı kapı dolaşarak, milletimize yüce dinimizin rahmetini taşıma görevimiz vardır...”

Diyanet İşleri Teşkilatında görevleri idari ve asli olarak ikiye ayırdığını söyleyen Başkan GÖRMEZ, “Asli görev; mihrap, minber ve kürsü görevidir. Milletin çocuklarına, Allah'ın kitabını öğretme görevidir. Sokak sokak, ev ev, kapı kapı dolaşarak, milletimize yüce dinimizin rahmetini taşıma görevidir” diye konuştu. Başkan GÖRMEZ’in din görevlisi adaylarına hitaben yaptığı konuşmadan bazı başlıklar şöyle:

“Rabbimizin dinini millete anlatabilmek için kalben bu vazifeye âşık olmanız gerekiyor...”

Bu vazifede baştan verdiğiniz kararlar son derece önemlidir. Öncelikle kalbinizi ve ruhunuzu bu vazifeye hazır hale getirmelisiniz. Din, iman, bilim ve maneviyat hizmeti, kalp hazır olmadan tesir etmez. Kalbini bu işe hazırlamayan din gönüllüsünün başarılı olması mümkün değildir. Gayreti diniye olmadan, din hizmeti olmaz. Gayreti imaniye olmadan iman hizmeti olmaz. Rabbimizin dinini, Rabbimizin gönderdiği rahmeti, Resul-i Ekrem Muhammed Mustafa’nın (s.a.s) o eşsiz sünnetini, millete anlatabilmek için kalben bu vazifeye âşık olmanız gerekiyor. Başka hiçbir vazife, bu kadar aşk istemez. Başka hiçbir vazife, bu kadar kalben, gönülden hazır olmayı gerektirmiyor. Çünkü bizim yürüttüğümüz vazifeleri kalbi dışarıda tutarak rutinleştirdiğimiz zaman hem bize faydası olmaz hem önlerinde namaza durduğumuz cemaatimizin hayatına hiçbir tesiri olmaz.

“Bedeni kalpsiz ve ruhsuz olarak mihraba taşımış bir din gönüllüsü, din gönüllüsü olmaz.”

Bir mihrap görevlisi düşünün. Kalbi başka bir yerde, ruhu başka bir yerde, bedeni mihrapta. Bedeni, kalpsiz ve ruhsuz olarak mihraba taşımış bir din gönüllüsü, din gönüllüsü olmaz. O, din görevlisi olur. Din görevlisi tabiri, bizi tanımlamayan, bizi ifade etmeyen bir tabirdir. Bizim yaptığımız iş, rutin bir vazife değildir. Biz, daima kalbimizi diri tutmak zorundayız. Her vakit namazında, cübbeyi, sarığı giyerken ilk günkü gibi heyecan duyalım. Rabbimizin huzuruna ve peygamberlerin makamı olan mihraba doğru yürüdüğümüzün bilincinde ve şuurunda olalım. Namaza gittiğimiz zaman da Resul-i Ekrem’in (s.a.s) dediği gibi “Dünyaya veda eden insan gibi namaza durunuz.” Öyle bir namaz kılınız ki; bu namaz sizin veda namazınız olsun.

“Bizim için en büyük felaket; milletin kalbini inşa etmeye çalışırken, kendi kalbimizi unutmamızdır..

Vazifeye başladıktan sonra, bizim için en büyük felaket; milletin kalbini inşa etmeye çalışırken, kendi kalbimizi unutmamızdır. Milleti irşat etmeye çalışırken, kendimizin her türlü irşattan uzaklaşmasıdır. Milletimize ‘Emri bil maruf’ yaparken o marufu işlememektir. ‘Nehyi anil münker’ vazifesini milletimize karşı yaparken münkerin içine batmaktır.

“Her mihrap görevlisi, ilim, hikmet ve marifetle donanmış olacak.”

Üzerinde durmamız gereken önemli hususlardan bir tanesi; her mihrap görevlisi, ilim, hikmet ve marifetle donanmış olacak. Kitabullaha vakıf olacak. Sünneti nebiye hakim olacak. Resulullah'ın hadis mirasına sahip olacak. Her birimiz, kendimizi hesaba çekmeliyiz. Biz, Allah'ın kitabına ne kadar vakıfız? Allah'ın kitabını ne kadar biliyoruz? Allah'ın kitabını, millete ve milletin çocuklarına öğretmekle mükellef olan insanlar, Allah'ın kitabına ne kadar vakıf?

“İslam âlemine giren bir fitne vardır; o da kitap ile sünnetin arasını ayırmaktır.”

Bu çağın başından itibaren İslam âlemine giren bir fitne vardır; o da kitapla sünnetin arasını ayırmaktır. İmanda Allah ve Resul’ünü ayırmak ne kadar yanlışsa, kitapla sünneti ayırmak o kadar büyük bir hatadır. İslam dini, Allah'ın kitabından ve Resul-i Ekrem’in (s.a.s) beyan edip, tebliğ edip, tatbik edip, bize emanet ettiği hakikatlerin tamamından ibarettir. İslam dini, sadece kitaptan ibaret değildir. Kitaptan ibaret olsaydı, peygamber ile beraber gönderilmesinin bir manası kalmazdı. Sadece kitap yeterli olsaydı, o takdirde Cenab-ı Hak sayısız yollarla o kitabı, o vahyi bize iletebilirdi. Ama bir insana, bir peygambere vahiy ederek, o vahyin yaşanmış bir hayata dönüşmesini sağlamak sünnetullah gereğidir. Onun için kitap ile sünneti ayıramazsınız. Sünneti nebiyi doğru öğreneceksiniz.

“Mihrabı kendinize üniversite yaparsanız, her mihrap, sizi sürekli yetiştiren bir üniversite olur.”

Siz, mihrabı kendinize bir medrese ve üniversite yapabilirsiniz. Böylece her mihrap, sizi sürekli yetiştiren bir üniversite olur. Ama bunu yapmazsanız sadece siz tükenmezsiniz, arkanızdaki cemaati de tüketirsiniz. Bu vebali üstlenmeyin. Buna hazırsanız görevinize başlayın.

“Mihrap, Rabbimize olan vuslatımızın mekânıdır.”

Mihrapta manevi olarak rızıklanacaksınız. O manevi rızkı dışarıya taşıyacaksınız. O manevi rızkı alıp başka insanlara getireceksiniz. Mihrap, yazın kış meyveleri, kışın yaz meyvelerini rızıklandırdığımız mekân değildir. Mihrap, Rabbimize olan vuslatımızın mekânıdır. Manevi olarak ruhumuzun ve kalbimizin rızıklandığı yerdir. Cenab-ı Hak, mihraptan bizleri ayırmasın diye dua etmemiz lazım.

"Davet, tebliğ ve irşat."

Bizim vazifemizi üç kavram ifade ediyor. Bunlar, davet, tebliğ ve irşattır. Bu üç kavramı hiçbir zaman unutmamalıyız. Tebliğ ancak Risalet misyonuyla yerine getirilebilir. Tebliğ, peygamberlerin mesleğidir, peygamberlerin öncelikli görevidir. İrşat ne ile olur? İlimle olur. Kıt, yanlış, eksik bilgiyle irşat olmaz. Davet hikmetle olur. Müslümanların bugün yaşadığı en büyük sorunlardan birisi; hikmetsiz hüküm bilgisidir. Hikmetsiz hüküm kuru ahkâmdan ibarettir. Hikmet, çok derin manaları olan, kitapla birlikte peygambere verildiği ifade edilen bir husustur. Hikmet, sünnettir.

“İmam günde beş defa namaz kıldıran memur değildir...”

İmamlık mesleğini sadece günde beş defa namaz kıldırmaktan ibaret kabul ederseniz, camileri günde beş defa içinde namaz kılınan, namazdan önce kapısı açılan, namazdan sonra kapısı kapatılan bir devlet dairesine dönüştürmeye kalkarsanız, hem bu dünyada hem de ahirette bunun hesabını veremeyiz. İmam, öncüdür, rehberdir. İmam, günde beş defa namaz kıldıran memur değildir. Cami de namaz vakitlerinde açılıp kapanan devlet dairesi değildir. Camilerimizi ibadet merkezi olmanın yanında birer ilim merkezi, birlik ve sevgi mekânları haline getireceksiniz. Buralarda ders halkaları kuracaksınız.

“Sokağın, mahallenin ve köyün ne kadar sorunları varsa onlarla ilgileneceksiniz.”

Mahallede, köyde görev yapacaksınız. Görev yaptığınız köyde ve mahallede kaç çocuk var? Kaç genç var? Kaç aile var? Bunları bilmelisiniz. Madde bağımlısı çocuklardan haberdar olmalısınız. Sokağa terkedilmiş bir çocuk varsa, ondan haberdar olmalısınız. Eve kendisini mahkûm etmiş bir yaşlının dostu olmalısınız. Eve kendisini mahkûm etmiş, dışarı çıkamayan engelli kaç kardeşimiz var ise onları en çok siz ziyaret edeceksiniz. Aileler birbirine küstüğü zaman onları siz barıştıracaksınız. Bir yerde, bir çocuk dünyaya geldiği zaman, mihraptaki görevlimiz ‘Bana yeni bir cemaat geliyor’ diye kalben sevinç duymalı. Ona isim koyacağınız zaman da kulağına sadece ezan ve kamet getirmeyin. Kulağına; “Büyük bir iştiyakla seni camiye bekliyorum” deyin. Bu aşk ile hizmet ederseniz, muhteşem bir hayatınız olur. Sokağın, mahallenin ve köyün ne kadar sorunları varsa, sosyal meseleleri varsa onlarla da ilgileneceksiniz. Size gelmeyene gideceksiniz.

Başkan GÖRMEZ, Diyanet Teşkilatının artık sadece Türkiye’nin müessesesi olmadığını ifade ederek dünyadaki bütün mazlum Müslümanlara hizmet götüren bir müessese olduğunu söyledi. Dünyanın her tarafında kendilerinden hizmet bekleyen insanların bulunduğunu söyleyen Başkan GÖRMEZ, konuşmasını “Çıktığınız bu yolda Cenab-ı Hak sizleri muvaffak eylesin. Pişman etmesin. Mahcup etmesin. Mihrabın hakkını vererek, İslam dinini en güzel şekilde anlayarak, yaşayarak, tebliğ ederek, hayatımızı en güzel şekilde değerlendirmeyi Cenab-ı Hak bizlere nasip eylesin. Her biriniz, minberin hakkını vererek, milletimizin zor zamanında, en güzel bir şekilde hizmetlerle muvaffak olursunuz. İslam dininin, İslam ümmetinin, en zor zamanlarında yaşıyoruz. Cenab-ı Hak, bu zorlukları kolaylaştırmayı bizlere nasip eylesin. Cenab-ı Hak, bize umut bağlayan kardeşlerimizin umudunu boşa çıkarmasın” duasıyla bitirdi.